Nazire Dedeman Çağatay

Kayserili bir ailenin ortanca ve tek kız çocuğu olarak 1949 yılında Ankara’da doğdum. TED Ankara Koleji mezunuyum. Babam Mehmet Kemal Dedeman’ın kurduğu Dedeman Topluluğunun yönetiminde çeşitli görevler aldım. 1993 yılında geleceğin garantisi olan gençlerimizi hukukun üstünlüğünü benimsemiş, çevreye ve insanlığa duyarlı, uyuşmazlıkların çözümünde barışçıl yolları yeğleyen, yurttaş olma bilincine sahip bireyler olarak yetiştirmek amacıyla Umut Vakfı’nı kurduk.

Yirmi yıldan bu yana da çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Umut Vakfı Kurucu Başkanlığı görevimin yanı sıra Dedeman Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevimi de halen yürütüyorum.

Yaşam içerisinde beni etkileyen,öğretmenlerimden ve iş hayatımda tanıdığım çok kişiler olmuştur ancak sosyal sorumluluk bilinci ile ilgili beni en çok etkileyen ve rol modelim olan kişi sevgili babam rahmetli Mehmet Kemal Dedeman’dır. Babam hayatı boyunca eğitim, sağlık, inanç alanlarında topluma pek çok sosyal katkıda bulundu. Ülkesi için hep ‘bir değer yaratma’ amacıyla çalışan babam Mehmet Kemal Dedeman vatanına, milletine hizmet etmeyi amaç edinip, bizleri de bu doğrultuda yetiştirmiştir. Vatanını sevmek, iş ahlakına bağlı kalmak, yılmadan çalışmak, sürekli yeni şeyler öğrenmek, insana saygı duymak, sosyal sorumluluk bilinci ile davranmak ve memleketten aldığını memlekete vermek, yakınmadan yekinmek kendisinden bize miras kalan en önemli değerlerdir. Annem de Çocuk Esirgeme Kurumuna giderken beni de yanında götürürdü. Annem bunun haricinde huzurevlerine de giderdi. Ben de küçük yaşlardan itibaren ailede bu kültürle büyüdüm. İlerleyen yaşlarımda da bunu yaşamımın bir parçası haline getirdim.

TED Ankara Kolejinde, daha ilkokul sıralarındayken bayramlardan önce Kızılay için sarı zarflar dağıtılırdı. Biz de harçlıklarımızdan küçük paraları bu zarflara koyar Kızılay’a bağış yapardık. Daha sonra okulumuzda durumu iyi olmayan öğrencilere para toplayabilmek için düzenlenen piyangolarda bilet satın almaya başladım. Bu kültürü edinmemde okulum da etkili oldu.

İlk sosyal sorumluluk çalışmalarım çocuklarım okurken TED Ankara Koleji Aile Birliği, Koruma Derneği Başkanlıkları ile oldu. Dedeman Topluluğu’nun sosyal sorumluluk projeleri, Umut Vakfı faaliyetleri dışında da birçok diğer sivil toplum kuruluşuna da destek verdim. TED Ankara Kolejliler Derneği, TED İstanbul Koleji Vakfı, Turizm Yatırımcıları Derneği (TYD), Türkiye Otelciler Birliği (TÜROB), Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), Türk Kalp Vakfı ve Kayseri İli Yardımlaşma Derneği İstanbul Şubesi (KYD)üyesiyim.

Benim hayatta en endişe duyduğum konu, her geçen gün giderek artan şiddet haberleridir. Bu sadece ülkemize has bir durum değil. Bulunduğumuz coğrafya ile de sınırlı değil. Tüm dünyada giderek artan bir şiddet sarmalı görüyorum ve bu beni çok üzüyor. Mümkün olsa dünyada şiddeti sona erdirmek isterdim.

Umut Vakfını kurmadan önce 1991’den itibaren bir grup arkadaşımla “barış” ile ilgili bir dernek oluşumu içindeydik. Hatta Ortadoğu Barış Süreci için konferanslar düzenledik.

Oğlum Umut’un silahla öldürülmesi neticesiyle, kaybettiğimiz evlatlarımızın adlarını yaşatmak, aynı zamanda anlaşmazlıkları uzlaşmacı ve barışçıl yollarla çözmek, hukukun üstünlüğüne inanmak ve hukuku var etmek, sorumlu yurttaş olma kavramlarını toplumsal bilince yerleştirebilmek için Umut Vakfını kurdum. İşte tam burada acıları toplum yararına olumluya dönüştürmeyi başarma yolunda ilerlediğime inanıyorum.

Kurucusu olduğum Umut Vakfı çalışmaları ile şiddetin en uç noktası ve tek işlevi öldürmek olan silah şiddeti ile mücadele etmektedir. Ülkemizde ne yazık ki gerektiği kadar üzerine düşülmeyen önemli bir problemdir. Avrupa Birliğine uyum sürecinin bir parçası olarak dağınık halde bulunan silah kanunu, kuru sıkı silahlar kanunu (ki bu kanunun yenilenmesi sırasında çok emeğimiz geçmiştir) ile avda ve sporda kullanılan silahlar kanunlarının tek bir kanun altında birleştirilmesi gerekiyor. Umut Vakfı olarak bu birleştirme sırasında silahlanmayı zorlaştırıcı hükümlerin yeni yasaya girmesini arzu ediyoruz. Bu yüzden son üç yıldır bu konu üzerine daha bir yoğunlaştık.

Vakfımız ilk kurulduğunda “bireysel silahsızlanma” terimi hiç bilinmiyordu. Bireysel silahsızlanma “aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanması” olarak tanımlanır. Bireysel silahlanmada örgütlenme söz konusu değildir. Devletlerin birbirlerine karşı veya savunma amaçlı silahlanmaları “Bireysel Silahlanma” kapsamında tutulmaz. Bugün bu terim medya, akademik camia ve geniş bir kesim tarafından benimsenmiş durumda. Umut Vakfı, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi ile Özel Danışmanlık Statüsüne hak kazanmış bir sivil toplum kuruluşudur. Bireysel silahsızlanma konusunda mücadele eden IANSA (Küçük ve Hafif Silahlar Karşıtı Uluslararası Eylem Ağı)’nın da aktif bir üyesidir. Aynı zamanda NATO tarafından da Türkiye’deki bireysel silahlanmanın durumu hakkında delegelere bilgi vermesi Umut Vakfı konusundaki uzmanlığıyla bilimsel çalışmalarda danışılan kaynak olarak gösterilen güvenilir bir vakıf konumundadır.2007 yılında Kuru Sıkı Silahlar Kanunu yenilenirken çok emeğimiz geçti. Bunlar beni gururlandırıyor. Elbette bu kadarla bitmiyor, daha fazlasını yapmak gerekiyor.

Umut Vakfını kurduktan sonra da kuruluş amaçlarımız doğrultusunda hukukun üstünlüğü, yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi, barış ve uzlaşma üzerine Türkiye’de 24 ilde, yurtdışında 9 ülkede, toplam 133 faaliyet gerçekleştirdik. Bunların içinde bence akılda en kalıcı olanları “Yurttaş olmak için…” kitapları ile “Bireysel Silahsızlanma Çözüm Arama Konferansı”. Kitaplar 7. ve 8. sınıflar için 1998 yılında hazırlanmıştı. Vatandaşlık ve demokrasi derslerinde okutulmak üzere, aslında hukukla ilintili bir eğitim kitabıydı. Şimdi bu dersi 4. sınıfa indirdiler. Eğitici ve öğrenci kitap takımı olarak Türkiye’de bir ilkti ve hala da öyledir. Bu kitap sonrasında da 3 bin öğretmene kitabın eğitimini verdik. Arama konferansına gelirsek, 2002-2005 yılları arasında bir dizi sempozyum ve konferanslar serisinin sonuncusuydu.Disiplinler arası bir bakış açısı ile Türkiye’de bireysel silahlanma sorununu irdeledik. Akademisyenler, medya mensupları, barolar, emniyet, tabipler odası, yani konuyla ilgili her kesimden katılımcılar eşliğinde konuyu masaya yatırdık. Hatta 2005 yılında görüşmeler sırasında çok ölümlü katliamlarının olabileceğini öngördük. Bu ve benzeri olayların Türkiye’de artacağını, yapılması gerekenleri sunduk. Silah Kanununu yenilemek için hala çok geç değil.

7 yaşımdan beri skolyoz hastalığı ile mücadele ediyorum. İlkokula başladığımda bedenim alçılıydı. İki yıl bu şekilde okula devam ettim. İlk zorlu ameliyatımı da 13 yaşımda geçirdim.O zaman tıbbın elverdiği koşullarda ameliyat sonrası yedi ay alçıda hareketsiz yattım.Çocukluk ve gençlik dönemim büyük zorluklar içinde geçti. 17 yaşımda ağabeyimi kaybettim. Hastalığıma rağmen 5 çocuk sahibi oldum. Onların da üçünü kaybettim. Önder’i üç yaşında hastalık neticesinde toprağa verdim. Onur doğumundan hemen sonra yatırıldığı hastanenin hatası sonucu benden alındı. Ve son olarak oğlum Umut’un 17 yaşında ateşli silahla öldürülmesi…

Yılmadım. Hayata tutunmak için çok mücadele verdim.Ve yaşama sevincimi hiç kaybetmedim. Hayatımın olumlu yanlarıyla mutlu olmayı, acı yanlarıyla da baş edebilme gücümü hiç yitirmedim. Acıları ve yaraları olumlu hale dönüştürüp, kendime, aileme ve topluma yararlı bir birey olabilmeyi başardığımı düşünüyorum.