Dr. İzel Levi Coşkun
16 Nisan 2018
Dr. İzel Levi Coşkun, vergi, denetim, muhasebe ve danışmanlık şirketi Mazars Denge’de yakın zaman kadar CEO, en son olarak da “Sürdürülebilirlik Elçisi” rolüyle görev yapıyor. Marmara Üniversitesi Pazarlama Bölümü’nden kurumsal sürdürülebilirlik hakkında hazırladığı tez ile doktora derecesi alan Coşkun, hem kişisel hem de kurumsal hayatında sürdürülebilirlik prensibi ile hareket ediyor ve çevresini de bu doğrultuda harekete geçirerek sivil toplum kuruluşlarına destek olmaları için teşvik ediyor. Sivil toplum kuruluşlarıyla (STK) farklı şekillerde ilişkilenen Coşkun, hem gönüllü faaliyetler ve uzmanlık paylaşımı, hem de ayni ve maddi bağışlar yoluyla STK’ları desteklerken, bağışçılığı sürdürülebilirlik yaklaşımı doğrultusunda yaptığı bir paylaşım olarak görüyor. Dr. İzel Levi Coşkun, ilham veren bağışçı öyküsünde, sürdürülebilirlik yaklaşımını, bu yaklaşımın bağışçılık deneyimini ve STK’larla kurduğu ilişkileri nasıl şekillendirdiğini ve yöneticisi olduğu Mazars Denge’de bu konuda yaptıkları çalışmaları anlattı.
“Gelecek kuşaklara karşı sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için etki alanımız içinde elimizden gelenin en fazlasını yapmalıyız”
İstanbul doğumluyum. İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünden mezun olduktan sonra, University of lllinois at Urbana Champaign’de MBA yaptım. Marmara Üniversitesi ile işbirliği halinde TÜGİAD (Türkiye Genç İş Adamları Derneği) Girişimcilik Komisyonu’nun yürüttüğü “Girişimcilik Ders Programı” kapsamında 2004 ve 2014 yılları arasında girişimcilik dersleri verdim. Bu dönemde derslerime katılan Serra Titiz beni sürdürülebilirlik kavramı ile tanıştırdı. Kurumsal sürdürülebilirlik hakkında hazırladığım tez ile Marmara Üniversitesi Pazarlama Bölümü’nde doktor unvanını almaya hak kazandım. Çeşitli sektörlerdeki tecrübemi sürdürülebilirlik ve girişimcilik değerleriyle birleştirmeye çalışıyorum. Bugün kendimi bir sürdürülebilirlik elçisi olarak görüyorum ve sürdürülebilirlik hakkında hem toplumun hem de şirketlerin ve girişimcilerin farkındalığını arttırmak için yazılar yazıyor ve seminerler veriyorum.
Sürdürülebilirliği sadece insanlar arasındaki değil, tüm canlı ve cansız varlıkların arasındaki döngüsel bağı keşfetmenin farkındalığı olarak tanımlıyorum. Bu farkındalık, gelecek kuşaklara duyulan sorumluluk duygusunu da beraberinde getiriyor. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için etki alanımız içinde elimizden gelenin en fazlasını yapmamız gerektiğini ve bunu da kendi şahsi çıkarımızı değil, bütün sistemin faydasını düşünerek yapmamız gerektiğine inanıyorum. Bunun için de uzun vadeli düşünmemiz ve ekonomik gelir elde ederken çevresel ve sosyal etkilerimizi dikkate alıp bunları birbiriyle dengelememiz gerekiyor. Ancak rekabet ve büyüme hırsı nedeniyle insanlar bunu anlayamayabiliyorlar. Şu an yaşadığımız dünya haricinde beş on tane daha dünyamız varmış gibi yaşamaya devam ediliyor. Oysa sınırlı bir dünyada sınırsız bir büyüme mümkün mü? Bu nedenle aslında büyümeye değil gelişmeye odaklanmamız gerekiyor. Attığımız her adımın, yaptığımız her işin sürdürülebilirlikle bir ilişkisi olduğunu fark etmemiz gerekiyor.
“Bağış yapmak benim için paylaşmak demek”
Bağış yapmak benim için paylaşmak demek. Bağışçılığın doğru olanı yapmakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Sürdürülebilir bir dünya için tüm varlıklarla aramızdaki bağı güçlendirmemiz gerekiyor ve paylaşmadan bu bağı kurmamız ya da geliştirmemiz ne yazık ki mümkün değil. Örneğin, herhangi bir konuda başkalarından daha fazla bilgi sahibiysek, o bilgiye ulaşma imkânı sınırlı olan kişilerle bilgimizi paylaşmalıyız. Zira paylaşılmayan bir bilginin hiçbir değeri yok. Benzer bir şekilde, başkalarında olmayan farklı bir bakış açısına sahipsek, bu bakış açımızı diğer insanlarla da paylaşmamız gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla bir şeye fazlasıyla sahip olan kişinin, “bu benimdir” diye bakmaması, fazla olanı, ihtiyacı olanla paylaşması lazım diye düşünüyorum. Paraya ve mülkiyete inanan bir insan değilim. Bana göre doğanın olan her şey, doğaya aittir. Biz doğal kaynakları sadece geçici bir süre için kullanıyoruz. Bu yüzden de adalet ve dengeyi sağlamak için mümkün olduğunca paylaşmak gerektiğini düşünüyorum. Hepimizin bir etki alanı var ve bu etki alanı içinde elimizden geleni yaptığımızda aslında paylaşmış da oluyoruz. Dolayısıyla, ben bağış yapmayı bir paylaşım olarak görüyorum.
“Canımızı acıtan sorunların üstüne gitmeye çalışıyoruz”
Dünyayı sürdürülebilir bir yer haline getirmek istiyorsak, hayatımızın her alanında yapabileceğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda canımızı acıtan sorunlarla ilgili olarak eşim Sibel ile birlikte hem gündelik hayatımızdaki bireysel girişimlerimizle hem de STK’lar ile dayanışma halinde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bir Burgazadalı olarak denizlerin ve kıyıların temizlenmesi gibi konularda özellikle hassasım ve bu konuyla ilgili çalışan, aralarında Adalar Savunması’nın da yer aldığı, birçok girişimi destekliyoruz. Ayrıca, Sibel hamileyken adalara 7/24 sağlık hizmetinin getirilmesi için çok uğraşmıştık. İnsanlardan imza topladık ve sonunda başardık. Bunun da aslında bir sivil toplum inisiyatifi olduğunu düşünüyorum.
STK’lar, bağımsız bir göz olarak, toplumun dönüşümü için çok önemli bir rol oynuyorlar ve yaptıkları işler canlı ve cansız bütün varlıkları etkiliyor. Dolayısıyla STK’ların faaliyetlerine devam edebilmeleri ve çalışma alanları içerisinde fayda sağlayabilmeleri, sürdürülebilirlik ekosistemine yaptıkları katkı açısından çok önemli. Bu anlamda, toplumsal ve çevresel konularda fayda sağlamak istiyorsak, kendi alanlarında uzman sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yapmanın ve bağışlarımızla onlara destek olmanın, önemli olduğunu ve etki alanımızı genişlettiğini düşünüyorum. Örneğin, eğitim bursu vermek istediğim zaman Köksal Vakfı’na bağış yapıyorum çünkü vakfın nasıl çalıştığını çok iyi biliyorum. Öğrencileri nasıl seçtiklerini, onların eğitimleri ile nasıl birebir ilgilendiklerini biliyorum. Bunlar kendi raporlarında da yazıyor. Eşimin doğum günü vesilesiyle de bu sene oraya bağış yaptım. Sorduklarında ailemizi de yönlendirdim ve bu sene hepimiz eğitim bağışı yaptık.
“Üç tane konuya özellikle önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum: eğitim kurumları, STK’lar, kültür ve sanat”
Çok fazla ilgi alanım var ve enerjimi farklı alanlarda değerlendirmeye çalışıyorum. Ancak sürdürülebilirlik konusuna kafayı takmış bir insan olarak, özellikle Türkiye’de, üç konuya önem vermemiz gerektiğine inanıyorum. Bunlardan ilki eğitim kurumları. Eğitim kurumlarında kalitenin sağlanması için teori ile pratiğin birleşmesi gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden ben de uzmanlığım doğrultusunda bu amaca yönelik destek veriyorum. Marmara Üniversitesi ile işbirliği halinde Türkiye Genç İş Adamları Derneği (TÜGİAD) Girişimcilik Komisyonu’nun yürüttüğü “Girişimcilik Ders Programı” kapsamında on yıl boyunca girişimcilik dersleri verdim. İkincisi ise STK’lar. STK’ların çalışmalarına farklı şekillerde destek olmaya çalışıyorum. Maddi desteğin yanı sıra ihtiyaç olduğu durumlarda STK’larda farklı roller alarak uzmanlığımı, deneyimimi ve bağlantılarımı onlarla paylaşmaya çalışıyorum. Mesleğim icabı beni senelerdir Denetleme Kurullarına alıyorlar. TÜGİAD’da da bu görevi zamanında yaptım. Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nde (TÜSİAD), Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği (ADYSK) ve Endeavor Derneği’nde de Denetleme Kurulu üyesiyim. Ayrıca, Türkiye Girişimcilik Vakfı’nın yönetim kurulunda yer alıyorum. Ancak ben STK’ların yönetim kurullarında yer almak yerine, daha farklı roller üstlenip kalan vaktimde de daha fazla STK’ya zaman ayırmayı ve uzmanlığımı paylaşmayı tercih ediyorum. Örneğin, TÜSİAD’ın 2011 yılından beri düzenlediği “Bu Gençlikte İş Var” isimli üniversite öğrencilerine yönelik bir iş fikri yarışması var. Bu projede organizasyon komitesinde yer alarak Türkiye’nin her tarafından katılan öğrencilere dokunma fırsatı yakalıyorum. Düzenlediğimiz eğitim kampında öğrencilerle iş fikrinden iş planına kadar giden bir yolculuk yapıyoruz. Şirketimiz Mazars Denge’nin sunduğu hizmetler vasıtasıyla destek olduğumuz ilk STK ise Buğday Derneği’ydi. Derneğin kurucusu Victor Ananias arkadaşımdı. Ayrıca ekolojik yaşamı desteklemenin sürdürülebilirlik yaklaşımının önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Cenazelere katılacağım zaman da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Türk Eğitim Vakfı, ÇEKÜL Vakfı ya da TEMA Vakfı’na bağış yapıyorum. Üçüncü önem verdiğim konu ise kültür ve sanat. Arkeoloji özel ilgili alanlarım arasında ve kültürel mirasın korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında arkeolojinin önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Aktüel Arkeoloji dergisini yıllardır destekliyorum. Aynı zamanda American Research Institute’a destek oluyorum. Bu sayede, dünyanın her tarafından öğrenciler Kapadokya’ya gelerek Prof. Robert Ousterhout önderliğinde üç haftalık bir programa dahil oluyorlar. Bu vesileyle Anadolu’yu ziyaret etmiş oluyorlar ve Ousterhout’tan üç hafta boyunca Bizans Mimarisi ile ilgili yerinde eğitim alıyorlar. Ayrıca Kültür Mirasını Koruma Derneği’nin kurucu üyeleri arasındayım. Dernek, Anadolu’nun ücra köşelerinde unutulmuş ve yok olmaya yüz tutmuş eserleri tespit edip bu eserler ile ilgili bilimsel çalışmalar yapılması ve korunmasına yönelik faaliyetler yapıyor.
“İş hayatımda da sürdürülebilirlik prensiplerine göre hareket ediyorum”
İnsanların iki etki alanı olduğunu düşünüyorum: bireysel ve kurumsal. Ben bunları elimden geldiğince birleştirmeye ve iş hayatımda da sürdürülebilirlik prensiplerine göre hareket etmeye çalışıyorum. Kişisel hobilerim ve ilgi alanlarım ile ilgili konularda çalışan STK’lara şahsen destek olurken, şirketin uzmanlık alanları ile ilgili konularda ise şirket üzerinden destek sağlamaya çalışıyorum. Düşünce tarzımı yöneticisi olduğum Mazars Denge’ye de aşılamaya ve kurumsal çevremi de harekete geçirmeyi amaçlıyorum. Sürdürülebilirlik yaklaşımını bir kurum kültürü haline getirebilmek için çok uğraştım. Çalışanlara sürdürülebilirlikle ilgili makaleler göndererek, toplantılarımızda bu konuyu gündeme getirerek ve konuyla ilgili sunumlar yaparak dikkatlerini çekmeye çalıştım.
Sürdürülebilirlik Raporu yayımlamaya başlamamızın ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile ilişkili olarak Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni imzalamamızın ardından ekibimiz de bu konuyla daha fazla ilgilenmeye başladı. Mazars Denge olarak Sürdürülebilirlik Komitesi’ni kurduk. Bu komitede benim haricimde Prof. Dr. Güler Aras da danışmanımız olarak yer alıyor. İnsan kaynakları, pazarlama & iletişim, bütçe planlama gibi farklı departmanlardan birer temsilci komitede bulunuyor. Kendimi bir sürdürülebilirlik elçisi olarak tanımlıyorum ve ekibimizdeki herkesin bir gün sürdürülebilirlik elçisi konumuna geldiğini hayal ediyorum.
“STK’lara üç tür destek sunuyoruz: bilgi paylaşımı, maddi bağış ve ağ kurma”
Mazars Denge olarak, bugün toplum ve tüm paydaşlar için sürdürülebilir değer yaratmaya ve elimizden geldiğince STK’lara destek olmaya çalışıyoruz. STK’lara üç tür destek sunuyoruz ya da paylaşımda bulunuyoruz. Birincisi, bilgi paylaşımı… Şirket olarak uzmanlık alanlarımız doğrultusunda yardımcı oluyoruz. Örneğin, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı ile işbirliğimiz kapsamında onlara muhasebe hizmeti veriyoruz; onlar da karşılığında bizim için kültür gezileri düzenliyor ve şirkette seminerler veriyorlar. Bugüne kadar Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Hrant Dink Vakfı, Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG), Endeavor Derneği, Uluslararası Af Örgütü, TÜSİAD, KAOS GL Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği, Ashoka Vakfı, Buğday Derneği gibi STK’lara bağımsız denetim, vergi ve/veya muhasebe hizmetleri sunarak destek olduk. STK’ların uzmanlık alanımıza giren konularla ilgili sorularına da cevap veriyoruz. Bir diğer destek türümüz ise maddi bağışlar. Şirket olarak yıl boyunca çalışanlara işe başlama hediyeleri vererek hem bilinçlendirme yapıyoruz hem de ÇEKÜL Vakfı’na maddi destek sağlıyoruz. Çeşitli vesilelerle ÇEKÜL Vakfı’na yaptığımız bağışlarla on binin üzerinde ağaç diktik. Üçüncü olarak da ağ kurma desteği sunuyoruz. Hem STK’ların birbirlerinin bilgi ve deneyimlerinden faydalanmaları ve birlikte çalışmalar yapabilmeleri için birbirleriyle bağlantı kurmalarına vesile oluyorum hem de STK’ları, projelerine destek sağlayabilecek kişi ve kurumlarla tanıştırıyorum. Bunun en güzel örneklerinden biri de Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği oldu. Yassıada’daki hafriyat denize döküldüğünde, Marmara’da yoğunlukla Yassıada ve Sivriada çevresinde yaşayan mercanlardan Yassıada’dakilerin büyük bir bölümü öldü. Bunun üzerine Sivriada’daki mercanları alıp Neandros (Tavşan) Adası’na götürmek için Marmara Üniversitesi ile birlikte büyük bir proje başlatıldı. Derneği, bu proje için ihtiyaç duyulan maddi desteği sağlayabilecek olanlarla tanıştırdım ve proje bu sayede başladı.
“Bu dönemde STK’lara iyi ki varsınız demek bile çok önemli”
Sivil toplum kuruluşlarına ayrıca bir destek veremesek bile STK’larda çalışan insanlara “iyi ki varsınız, böyle bir dönemde harika işler yapıyorsunuz” demenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, bu sene Mazars Denge olarak yakın ilişkimiz olan STK’ları ofisimize çağırarak “STK Fuarı” ismini verdiğimiz bir etkinlik yaptık. Her STK’yı ofisimizin bir odasında ağırladık ve iş yerini öğleden sonra tatil ederek çalışanlarımızın bu kuruluşları tanıması için bir fırsat yarattık. Bu STK’lar arasında TOG, Hrant Dink Vakfı, ADYSK ve Buğday Derneği de vardı. Bu tanışmanın ardından Mazars Denge çalışanlarının inisiyatifiyle bir kurumsal koşu takımı oluşturuldu ve bu koşu takımı İstanbul Maratonu’na katılarak TOG için bağış topladı. Daha fazla STK ile tanışmak için bu etkinliği tekrar yapmayı planlıyoruz.
“STK’ların yaptıkları işler kadar bu işleri şeffaf bir şekilde aktarmaları da çok önemli”
Ekonomi sarsıldığı zaman insanlar, nasıl danışmanlık hizmeti almaktan vazgeçiyorlarsa STK’lara bağış yapmak gibi şeylerden de vazgeçebiliyorlar. Bu da haliyle bir kısır döngü yaratıyor. Ancak asıl böyle dönemlerde STK’lara daha çok destek olmak gerektiğine inanıyorum. STK’ların toplumda üstlendikleri rolleri ya da yaptıkları işleri yapacak başka bir yapının olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle var olmaya ve çalışmaya devam etmeleri her zamankinden daha önemli! STK’lar faaliyetlerini gerçekleştiremediğinde bu durum hepimizi kötü şekilde etkiliyor. İnsanlar bunları göremiyorlar. Sivil toplumun rolü ve önemini bilen kişilerin, özellikle de sürdürülebilirlik konusunda çalışan insanların, bu bilgileri başkalarıyla paylaşmaları gerekiyor. Ancak bu şekilde, yani öğrendiklerimizi başkalarıyla paylaşarak bir değer yaratabiliriz.
Bu konuda STK’lara da önemli bir görev düşüyor. Bireylerin ve kuruluşların desteğini kazanabilmeleri için kendilerine duyulan güveni artırmaları gerekiyor. Güven kazanabilmelerinde ise yaptıkları işler kadar bu işleri şeffaf bir şekilde aktarmaları da önemli bir rol oynuyor. STK’ların bağımsız denetime tabi tutulmaları, sürdürülebilirlik raporu gibi bir rapor hazırlamaları bu açıdan çok önemli.
STK’lara yapılan herhangi bir bağışın bağışçıyı iyi hissettirmekten çok öte, STK’nın sürdürülebilirliğini sağlayan bir misyonu olmalı. Bu yüzden gerek maddi bağış, gerek teknik bilgi paylaşımı, gerek ağ kurma gibi desteklerin öncelikle STK’nın kendi ayakları üzerinde durmasına ve her adımda gelişimine yönelik olması gerektiğine inanıyorum. Sağlanan her türlü desteğin en uçta ne gibi bir etki yarattığının ise son derece şeffaf bir biçimde bağışçıyla paylaşılmasının güvenin tesis edilmesinde çok önemli bir rolü var. En baştan buna uygun bir modeli benimsemeyen, şeffaf olmayan ve sadece bağışçıların maddi desteğiyle yaşamını sürdürmeyi tercih eden STK’ların uzun vadede istenilen başarıya ulaşmasının çok zor olduğunu düşünüyorum.