Yapay Zekâ ve Kalbin Zekâsı: COVID sonrası dünyada fırsatlar ve riskler

Bu makalenin orijinali 9 Haziran 2020 tarihinde Alliance Magazine’de yayımlanmıştır. Yazının orijinaline bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Yapay Zekâ (AI) artık zaten her yerde, yine de bu teknolojik devrim şimdiye kadar filantropi sektörü tarafından büyük ölçüde ihmal edildi. Bununla birlikte, COVID-19 pandemisi birçok insanı evde kalmaya zorladığı için yapay zekâ her zamankinden daha hızlı büyüyor ve bu durum filantropiyi derinden etkileyecek.

Sektör, yapay zekânın yeni rolünü belirlemeye çalışırken özellikle dört temel konuyu ele almalı: gizliliğin korunması ve etik kullanımın sağlanması, etkinin iyilik için artırılması, seçkinlerin etkisinin sıkı denetlenmesi ve gelişen bağışçı davranışlarının anlaşılması. Filantropi sektöründe acilen farkındalık yaratmak gerekli; bu farkındalık sadece etki elde etmek için yapay zekânın gücünden nasıl yararlanılacağı konusunda değil, aynı zamanda, temelde yapay zekânın yarının toplumunu nasıl şekillendirdiği konusunda da gerekli.

İçinde bulunduğumuz sağlık krizi, COVID-19 pandemisine yönelik kitlesel ve acil bir filantropi yanıtının ötesinde, yeni bir küresel filantropi ortamının geliştiği bu dönemde sektörün rolü ve meşruiyeti hakkında temel soruları gündeme getirdi. Bu ortamın nasıl gelişeceği hala belirsiz olsa da Yapay Zekânın (AI) iyi ya da kötü etkisi şüphesiz ki çok önemli olacak ve filantropi aktörlerinin bu konuya acilen eğilmesi gerekecek.

Yapay Zekâ zaten burada ve hayatın her alanında
Yapay Zekâ, COVID-19 öncesi en çok tartışılan konulardan biriydi; içinde bulunduğumuz kriz, yalnızca yaşamlarımız üzerindeki potansiyel etkisini güçlendirdi. Yapay Zekânın öncülerinden Marvin Minsky Yapay Zekâyı “insanlar tarafından yapıldığında zekâ gerektiren şeyleri makinelere yaptırma bilimi” olarak tanımladı. Bu nedenle, görsel algı, konuşma tanıma ve karar verme veya makinelerin insan benzeri bilişsel işlevleri gerçekleştirdiği her bir senaryo yapay zekâyı oluşturur.

Yapay zekâ her yerde, günlük hayatımızın bir parçası oldu. Örneğin akıllı telefonumuz giderek dijital bir uzantımız haline geldi. Google, Facebook veya WeChat kullanarak yapay zekâyla her gün etkileşim kuruyoruz. Yapay zekânın halihazırda sayısız “akıllara durgunluk veren” becerisi var, örneğin okuma, tercüme etme, yüz tanıma, konuşma ve hatta beyin dalgalarını cümlelere dökme gibi.

İnsanlar eve kapanırken yapay zekâ patlama yaşıyor ve sosyal mesafe önlemleri robotların daha yaygın kullanımına yol açıyor. COVID-19, Çin, Singapur ve Güney Kore gibi yerlerde pandemi ile savaşta yapay zekâ ve veriye dayalı sistemlerin ve gözetim teknolojilerinin öne çıkışını hızlandırıyor. Yapay zekâ özellikli gözetim sistemlerini daha önce hiç görmediğimiz bir şekilde besliyor. İnsanların maske taktığından emin olmak için droneların kullanılması, vücut ısısını ölçen kameralar ve vatandaşların konumlarını ve sağlık durumlarını takip eden uygulamalar birçok yerde standart bir uygulama haline geldi veya muhtemelen gelecek. Halk sağlığı adına “totaliter gözetimin” hayaletinin yeni normal olarak dirilmesi an meselesi. Bununla birlikte, eş zamanlı olarak, öncü teknolojiler bu tür riskleri azaltmak için gereken araçları da sunuyor. Örneğin, blockchain, veritabanlarını merkezi olmaktan çıkarmak ve güvenli hale getirmek için benzersiz yeterlilikler sağlıyor. Blockchain kullanımı yapay zekânın yalnızca merkezi veritabanlarına dayalı hareket etmesini önleyebilir, böylece kötü niyetli kitlesel gözetim potansiyelini ve “dijital panoptikonun” mahremiyete yönelik tehdidini azaltabilir.

Yapay zekânın hem gücünün hem de korkutucu yüzünün bu tezahürü, uygun etik çerçeveler, ilkeler ve denetim olmaksızın bu büyüklükte ve güçte bir teknolojinin kullanılmasının potansiyel tehlikeleri ve istenmeyen etkisi hakkındaki endişeleri artırıyor. Algoritmik işlemede yanlılık gibi sorunlar; otomasyonun çalışmanın geleceği üzerindeki etkisi, yapay zekânın siyasi süreçleri etkilemek veya siyasi kontrol elde etmek için kullanımı veya savaşta kullanımı gibi meseleler, ulusal ve uluslararası gündemlerde üst sıralara yerleşti.

Yapay zekâ şimdiye kadar filantropi sektörü tarafından ihmal edildi
Bugün filantropi sektörü, söz konusu sorunların yeterince farkında değil gibi görünüyor. Filantropi, büyük yapay zekâ tartışmalarında şimdiye kadar pek yer almamıştı, ancak sektör, özellikle önemli etik meseleler ve bu yeni teknoloji alanının potansiyel olarak faydalı kullanımı bağlamında, yapay zekâya giderek daha fazla ilgi göstermeye başladı.

Birleşik Krallık’taki Charities Aid Foundation gibi kaynak merkezleri farkındalığı artırıyor ve yarının yapay zekâ gündemini şekillendirmede sesi daha gür çıkıyor. Sektör, bir grup ABDli filantropist tarafından yürütülen yapay zekâ destekli COVID-19 Open Research Dataset veya Google’ın ‘sosyal fayda için yapay zekâya’ odaklanan 25 milyon dolarlık fikir çağrısı gibi yeni girişimler başlatıyor. Yapay zekâ hakkında yapılan araştırmalar, Birleşik Krallık’ta bir üniversiteye tek seferde yapılmış en büyük bağış olan, Oxford Üniversitesi’nde yeni bir Yapay Zekâ Etik Enstitüsü kurulması için yapılmış 150 milyon sterlinlik bağış dahil olmak üzere giderek artan özel bağışlardan halihazırda yararlanıyor. Yapay zekâ, çiftçilere yardımcı olmak ve gıda güvenliği sorunuyla mücadele etmek için Afrika’da ve bu “sınır tanımayan” teknolojide lider bir ülke olan Çin’de yenilikçi uygulamalarla Batı dünyasının çok ötesinde de kullanılıyor.

Filantropi sektörü yapay zekâyı neden acilen önemsemeli?
Filantropi sektörü, en azından, koronavirüs pandemisinin de şiddetlendirdiği aşağıdaki temel nedenlerle yapay zekâya yönelmeli:

  • Yapay zekânın toplum üzerindeki ezber bozan etkisi: Yapay zekâ toplumun her kesiminde yaygınlaşıyor filantropi sektörünün hizmet verdiği bireyleri ve toplulukları etkiliyor. Hibe verenlerin, dijital teknolojinin yaygın kullanıldığı bir dünyada çalışan kuruluşları nasıl kullanıp destekleyecekleri, özellikle de Covid ile iyice artan ve mahremiyeti tehdit edebilecek dijital gözetim hakkındaki endişeler bağlamında sivil toplumumuz ve demokrasimiz için büyük önem taşıyor. Filantropi için esas soru, uzman Lucy Bernholz’un uyardığı üzere, kâr amacı gütmeyen kuruluşların ve vakıfların görevlerinde yapay zekâyı nasıl kullanacakları değil, “Yapay zekânın çalıştıkları alanlarda nasıl kullanıldığı ve bunlara nasıl yanıt vermeleri gerektiğidir”. Özellikle yapay zekânın etik boyutları ile ilgili olarak kendilerini konumlandıramazlar ve uyum sağlayamazlarsa, olayın dışında kalma riskiyle karşı karşıya kalırlar.
  • Daha büyük ve daha iyi etki için yapay zekâ: Mevcut aciliyet ve etkili filantropi üzerindeki odağın giderek artması, etki elde etmenin önemini vurguluyor. COVID-19, ekonomik gerilemeden kaynaklanan daha sert finansal kısıtlamalara bağlı olarak etkiyi kanıtlamak konusunda daha fazla baskı yaratıyor. Yapay zekâ, veri odaklı karar verme ihtiyacındaki artışı ve sonuçları daha iyi değerlendirmek için veri analizi araçlarının gücünden yararlanmaya yönelik yaygın isteği karşılayabilir. Yapay zekâ, gücünü algoritmalardan alıyor ve kendi içinde olumlu etkiyi artırmak ve ölçeklendirmek konusunda teknik açıdan bir vaat de sunuyor. Sayısız yapay zekâ tabanlı uygulama, sektörün iş arayanlara koçluk yapmasına, öğrencilere mikro burslar sağlamasına, nesli tükenmekte olan hayvanları takip etmesine, seks amaçlı insan kaçakçılığıyla mücadele etmesine veya mülteci ailelerini yeniden bir araya getirmesine olanak tanıyor. Önemli bir koruma unsuru olarak, yapay zekâ kullanımında insan faktörü asla devre dışı bırakılmamalı. Yalnızca insan ve makinenin- keskin bir gözle sıcak bir kalp – birlikte çalışmasıyla, güvenli bir şekilde istenen etkilere ulaşılabilir.
  • Yapay zekâ ve seçkinlerin etkisi: Etik kurallara uyumlu yapay zekâ, uzmanlar “vadettikleri ve gerçekler arasında ciddi bir uçurum” olduğunu belirtse de insan kaynakları yönetimi gibi konulardaki kişisel önyargıları ve yanlılıkları ortadan kaldırma veya azaltma konusunda umut verir. Yine de yapay zekânın filantropide daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlayıp sağlayamayacağı henüz tam kesin değil. Kesin olan şu ki, filantropi bir dönüm noktasında ve demokratikleşmesi ve artan eşitsizliği giderme becerisi hayati önem taşıyor. Sadece para bağışlamanın değil, aynı zamanda faydalanıcıları güçlendirmenin de yeni yollarını bulmak çok önemli. Zenginliğin giderek daha az sayıda şirkette ve bireyde yoğunlaşmasıyla birlikte, filantropinin muazzam sorumluluğu birkaç seçkinin elinde bulunuyor. Bu seçkinler aynı zamanda yapay zekâyı teşvik eden teknoloji devi şirketlerle bağlantılı olduğundan, filantropi sektörü üzerindeki etkilerinin artması muhtemel.
  • Yapay zekâ ve bağışçı davranışı: Son olarak, davranışsal eğilimleri göz önünde bulundurmak gerekir. İnsanlar isteyerek veya istemeyerek, önerilere dayalı olarak günlük rutin kararlar alma konusunda yapay zekâya giderek daha bağımlı hale geliyor. Bunlar her yerde yaygınlaştıkça, bireyler profilleriyle bağlantılı ve tercihlerine göre uyarlanmış içerik almaya alışıyorlar. Filantropinin bu tür olanakların kullanılmadığı bir alan olarak kalması tuhaf kaçacak ve eski moda olacaktır. Teknoloji, gerçek zamanlı bağışçının konuya yakınlığını ve bağış verme eğilimini tahmin etmeye çalışan “hassas (precision) filantropi” gibi yeni (mikro) bağış toplama ve özelleştirilmiş kitle finansmanı olanaklarını mümkün kıldığı için, bu konu daha da önem kazanıyor.

Dijital çağda filantropinin geleceğini yeniden tasarlamak
Filantropi kuruluşları, bir duruş belirlemeye ve kendilerini dijital çağa uygun şekilde yeniden keşfetmeye yöneliyor. Yalnızca etki elde etmek için yapay zekânın gücünden nasıl yararlanılacağı konusunda değil, aynı zamanda daha temelde, COVID-19’un bu denli zorladığı dünyada yapay zekânın toplumu ve sosyal adaleti nasıl etkilediği ve istenmeyen etkilerin nasıl azaltılabileceği konusunda da bu yönelim kendini gösteriyor.

Yapay zekâ, toplumsal faydayı yeni ve verimli yollarla sunma bağlamında filantropi sektörüne güçlü fırsatlar sunar. Daha etkili ve belki de daha demokratik filantropiye katkıda bulunabilir. Yapay zekâ, gözü keskinleştirerek kalbin zekâsını artırabilir. Canavarı evcilleştirmeye ve uygun sınırlar koymaya hazır değilsek, tam tersini de yapabilir.

Dr. Joost Mönks, eğitim ve yapay zekâ alanında uluslararası bir uzman ve İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nde yeni filantropi alanında öğretim görevlisidir.

Dr. Charles Sellen, ABD Indiana Üniversitesi Lilly Family School of Philanthropy’de Küresel filantropi alanında öğretim üyesidir.